Ömer Seyfettin (1884-1920)

Ömer Seyfettin

Ömer Seyfettin 1884 yılında Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğmuştur. Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarından ve Milli Edebiyatın da kurucuları arasında yer alan sanatçı, babası gibi askerlik yapmış Balkan Savaşı sırasında Sırp ve Yunan cephelerinde savaşmıştır. Daha sonraki dönemde askerliği bırakıp tamamen edebiyata yönelen Ömer Seyfettin, o döneme kadar romanın gölgesinde kalan Türk kısa hikâyeciliğinin kurucu ismidir. Sanatçı 6 Mart 1920’de hayata gözlerini yummuştur.

Edebi Kişiliği

Türkçülük akımının da en önemli savunucusu olan sanatçı, Milli Edebiyatın dil anlayışı olan “Yeni Lisan” görüşünün de sahibi ve bu adı taşıyan makalenin yazarıdır. Hem sanatsal hem de öğretici metin türüne ait eserlerinde sade konuşma dilinin katı savunucularından biri olmuştur. Ömer Seyfettin Batı edebiyat ve kültürüyle de yakından ilgilenmiş; ama kendisinden önceki sanatçılar gibi kendi öz benliğini bırakarak tamamen Batı’ya yönelmemiştir.

Eserlerinde çocukluk anılarından ve askerlik hayatında yaşadıklarından yola çıkan Ömer Seyfettin, hikâyelerini Genç Kalemler ve Türk Yurdu dergilerinde yayımlamıştır. Sanatçı, eserlerinde serim, düğüm ve çözüm bölümlerine önem vererek Maupassant tarzı olay hikâyeciliğinin de edebiyatımızdaki en önemli temsilcisi olmuştur. Eserlerinde Türk insanının duygu ve düşüncelerini işleyen sanatçı, hikâyelerini halk geleneklerine veya tarihsel olaylara dayandırır.

Sanatçı hikâye türü dışında romanla da ilgilenmiş ve Efruz Bey adlı eserinde Batı kültürünü yanlış değerlendiren ve her döneme ayak uydurmaktan çekinmeyip aydın geçinen insanları işlemiştir. En yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem, onun hayatını ve mizacını anlatan, en kuvvetli hikâyelerini içeren “Ömer Seyfettin ve Hayatı” adlı bir kitap yazmış ve bu kitap 1935 yılında yayımlanmıştır. Kısa bir süre sonra da bütün hikâyeleri bir kitap serisi halinde basılmıştır.

Kısaca özetleyecek olursak;

  • Mili Edebiyat akımının ve çağdaş Türk öykücülüğünün öncülerindendir.
  • “Genç Kalemler” dergisindeki yazılarıyla tanınmıştır.
  • Derginin ilk sayısında yayımladığı “Yeni Lisan” adlı makalesinde dil ve edebiyat ile ilgili görüşlerini açıklamıştır. Bu makaledeki görüşleri Milli Edebiyat akımının başlangıç bildirisi olarak kabul edilir.
  • Küçük hikâyeyi tamamen bağımsız bir tür haline getirmiştir. Türk edebiyatında hikâyeciliği meslek haline getirmiştir. Edebiyatımızda hikâye türünün gelişmesinde etkili olmuştur. 140 kadar hikâye yazmıştır.
  • Hikâyelerinin konularını çoğunlukla gerçek yaşamdan almıştır. Bu hikâyelerinde yapmak istediği şey, milli bilinci uyandırmaktır.
  • Toplumun aksak yönlerini mizah yoluyla eleştirmiştir. Batı hayranlığı içinde yozlaşmış züppe tipleri eleştirir.
  • Hikâyelerinin konularını çocukluk anılarından, halk geleneklerinden, tarihi olaylardan, menkıbe, efsane, kahramanlıklardan ve günlük yaşamdan almıştır. “Kaşağı, İlk Namaz, And, Falaka” çocukluk dönemini, “Başını Vermeyen Şehit, Forsa, Topuz, Kızıl Elma Neresi ve Pembe İncili Kaftan” tarihi olayları konu edindiği öyküleridir. Türk milletine Balkanlar’da yapılan zulümleri de anlatır.
  • “Beyaz Lale, Bomba, Hürriyet Bayrakları, Primo Türk Çocuğu” milli bilinci uyandırmak amacıyla Türkçülük düşüncesiyle yazdığı Balkan Savaşları ve Çanakkale Savaşı’nı ele alan öyküleridir.
  • Efruz Bey, kahraman etrafında yazılan hikâyeyi örnekler.
  • “Bahar ve Kelebekler” kadın konusunu işleyen hikâyedir.
  • Perili Köşk, evin içini anlatan hikâyelerdendir.
  • Bazı hikâyeleri doğrudan mizahla ilgilidir: “Yüksek Ökçeler, Koç, Külah, Mahcupluk İmtihanı”
  • Hikâyeleri genellikle beklenmedik biçimde sonuçlanır.
  • Edebiyatımızda “olay” öyküsü denilen “Maupassant tarzı (klasik)” öykünün en önemli temsilcisidir.
  • Realizm akımının etkisinde kalmıştır. Hikâyelerinde gözleme önem vermiştir.
  • Hikâye kahramanlarında psikolojik yönden bir derinlik yoktur. Ruh çözümlemelerine önem vermemiştir.
  • Hikâyelerinde çok sade bir dil kullanmıştır. Günlük konuşma dilini kullanmıştır.
  • İlyada ve Kalevela adlı destanları Türkçeye çevirmiştir.

Eserleri:

  • Hikâye: Falaka, Yüksek Ökçeler, Kızıl Elma, Bomba, Beyaz Lale, Gizli Mabet, Bahar ve Kelebekler, Yalnız Efe, Kaşağı, İlk Düşen Ak, Pembe İncili Kaftan, Harem, Yüzakı, Kurumuş Ağaçlar, Aşk Dalgası…
  • Roman: Efruz Bey, Yalnız Efe (uzun öykü), Ashab-ı Kehfimiz (“içtimai roman” adını vermiştir)
  • Şiir: Şiirler (Doğduğum Yer)
  • Oyun: Mahçupluk İmtihanı

Ömer Seyfettin Eser Özetleri

Yalnız Efe: Yalnız Efe, Kumdere köyünden Yörük Hoca’nın on altı yaşındaki kızı Kezban’dır. Babasını vurduran tefeci Eseoğlu’nun tutuklanmaması ve kendisinin ısrarı yüzünden dövülmesi üzerine silahlanıp dağa çıkar, zulüm yapanları öldürür. Bir gün dağda sarılınca askerlere zarar vermek istemez. Yaylım ateşi sonucunda vurulduğunu sanan askerler, bir çam dibinde onun martiniyle geyik postu seccadesinden ve yeşil namaz başörtüsünden başka bir şey bulamazlar. Yalnız Efe kayıplara karışmıştır.

Yüksek Ökçeler: Ömer Seyfettin, bu hikâyesinde Hatice Hanım karakteriyle Batı hayranlığını, şekil üzerinde uygulamaya çalışan bir kadın tiplemesinden faydalanarak dile getirir. Tanzimat Edebiyatı’nda sıkça işlenen bu konu Ömer Seyfettin’de bu hikâye ile devam eder. Hikâyenin sosyal içerikli diğer bir konusu da izdivaç olayındaki çarpıklığın dile getirilişidir. Devrin getirdiği sosyal yapılanma kadınların genç yaşta ilerlemiş yaştaki erkeklerle evlendirilmesine zemin hazırlıyordu. Hatice Hanım da on üç yaşında iken altmış altı yaşında zengin bir ihtiyarla evlenmiştir. Hatice Hanım bu izdivacın sonunda erkeklerden nefret etmeye başladığı görülür. Eşinin ölümünden sonra da bir daha evlenmemesi bu tepkinin sonucudur. Hatice Hanım’ın batı hayranlığı yüksek ökçeli ayakkabı merakıyla dile getirilir. Bu merak Hatice Hanım’ın rahatsızlanmasına da sebep olmuştur. Devrin bu çarpık merakı Ömer Seyfettin’ in kendi kaleminde şekilcilik boyutuyla kendi üslubuyla dile getirilir. Bu çalkantılarda zamanla etkilenen Hatice Hanım da artık gözünün görmediğinden vicdanım rahat düşüncesi ile eski hayatına tekrar geri döner.

Beyaz Lale: Balkan Savaşı sırasında, Bulgar asıllı bir binbaşı tarafından, Türk köylerinde özellikle kadın ve kız çocuklarına yapılan işkenceler bütün gerçeğiyle gözler önüne serilmiştir. Ayrıca buradaki Türkleri vaftizleyip Hıristiyan yapıldıktan sonra nasıl öldürdükleri anlatılmaktadır. Amaçları özgür bir Bulgar toplumu yaratmaktır.

Kızıl Elma

Türkler özellikle Oğuz Türkleri için Kızıl Elma, üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşlerdir. Türk mitolojisinde “Kızılelma” Türklerin Orta Asya’daki yurtlarını terk ettikten sonra, varmak istedikleri yeni hedef olarak tanımlanır. Bu sebeple de, hep Kızılelma’yı bulmak için, göçler ve seferler düzenlemişlerdir. Kızılelma, hayali olmakla beraber, aslında bir “amacı”, bir “hedefi” temsil etmektedir; bağımsız, bereketli topraklarda, mutlu yaşamak üzere varılmak istenen bir hedeftir. Bu konu Milli Edebiyatçıların eserlerinde sıklıkla işlenir. Bu konuda deneme ve sohbetler yazıldığı gibi Ömer Seyfettin bir de hikâye yazar.


252 Yorum Var: “Ömer Seyfettin (1884-1920)

    1. Çok işime yaradı hele hele hocanın verdiği ödev hakkında.

  1. Ömer Seyfettin’in tüm eserlerini ve romanlarını her Türk gencinin okuması ve öğrenmesini gönülden istiyorum.

  2. Budur işte! Yalnız bir uyarı: “Kısaca özetleyecek olursak” ifadesi komik oluyor. Anlattığınız ana bölümün üç katı özet…

  3. Lütfen biri bana Kaşağı’nın kısaltılmamış halinin kaç sayfa olduğunu söyleyebilir mi acil?

  4. Vallahi çok işime yaradı yüz alacağım. Sınavdan helal olsun yazana ‘teşekkürler’ :D :)

  5. Bence defterimize yazdığımız gibi aklımızın bir köşesinde de bulunduralım. Bu işler yazmak ile bitmez.

  6. BİR OĞLU OLMALI İNSANIN,
    Canını emanet ettiğin elin, ayağın, gözün, kulağın, her şeyin.
    Bir oğlu olmalı insanın.
    Zor bir anında, sırtını dayayabileceğin, destek alabileceğin
    Masumiyetiyle saniyeler içinde eridiğin, vefasına taptığın.
    Bir oğlu olmalı insanın.
    Pazardan, alışverişten geldiğinde koşarak elindekileri alıp, yüzünü güldüren.
    Bir oğlu olmalı insanın.
    Evinde babasının yokluğunu aratmayan, annesine karşı fedakar,
    Sokakta delikanlılığından gurur duyduğun.
    Bir oğlu olmalı insanın.
    Yaşlandığında bile, birine ihtiyacın olduğunda çıkagelen,
    Babacığım ya da anneciğim diye kucak açtığında, gözyaşlarıyla bağrına bastığın,
    Bir oğlu olmalı insanın.
    Canıyla canlandığın, varlığıyla anlamlandığın,
    Özlemiyle ve iç çekişlerinle dağ dağ efkarlandığın,
    Bir oğlu olmalı insanın.
    “Dünya bir yana,oğlum bir yana” diyebildiğin…
    Canım oğlum sen benim bu dünyadaki yaşama anlamımsın…

  7. Bence bu kadar yazı çok fazla ama müthiş kötü diyenler daha da güzeli olamazdı herhalde.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir