Servet-i Fünûn Topluluğunun Dağılışı (1901)

Servet-i Fünûn dergisi etrafında, 7 Şubat 1896 tarihinde, Tevfik Fikret’in yazı işleri müdürlüğüne atanmasından sonra, zamanla ortak bir edebiyat tarzı oluşmuştur. Kuşkusuz, getirdikleri yeni üslûp, alışılmamış imgeler, ağır dil ve sürekli bireysel temaları ele almaları yadırganmış, zaman zaman eleştirilmişlerdir. Bu eleştirilerden en ağırı, Ahmet Mithat’ın onları Dekadanlıkla suçlamasıdır. Ancak aradan geçen 4-5 yıl içinde, Servet-i Fünûn çevresindeki edebî hareket kendini edebiyat dünyasına kabul ettirir. Eleştiriler azalır. Buna karşılık, topluluk içinde farklı anlayışlar ve özeleştiriler belirmeye başlar. Örneğin Ahmet Şuayp, 7 Haziran 1900 tarihli Serveti Fünûn’daki “Son Yazılar” başlıklı yazısında, Edebiyat-ı Cedide’yi yalnızca bireysel temaları ve aşk konusunu işlemekle suçlar. Ancak asıl sarsılma ve kopuş, Ali Ekrem’in “Şiirimiz” başlıklı bir dizi yazısıyla başlar. Bu, bir özeleştiridir.

Ali Ekrem, makalesinde, başta Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin ve Halit Ziya olmak üzere, Süleyman Nesip, Süleyman Nazif (İbrahim Cehdî), Fâik Âli (Zahir) gibi pek çok Servet-i Fünûn şair ve yazarını eleştirir. Ancak Tevfik Fikret, Ali Ekrem’in bu makalesini, Servet-i Fünûn’da, değiştirerek ve kimi yerlerini kırparak yayımlar. Buna kırılan Ali Ekrem, Servet-i Fünûn dergisinden ayrılır. H. Nazım (Ahmet Reşit), Menemenlizade Mehmet Tahir, Samipaşazade Sezai gibi arkadaşları da ona katılarak, II. Abdülhamit’e yakın Malûmat dergisine geçerler. Ali Ekrem, “Şiirimiz” başlıklı makalesini bu dergide yayımlar. Bunun sonucunda, Ali Ekrem’le Tevfik Fikret arasında Malûmat ve Servet-i Fünûn dergisinde 1901 yılında karşılıklı tartışmalar meydana gelir. Bu tartışmalar üzerine Ali Ekrem ve Ahmet Reşit Bey’lerin dergilerde yazması, saray tarafından yasaklanır. Tevfik Fikret de Ahmet İhsan’la bozuştuğu için, yazı işleri müdürlüğünü yaptığı Servet-i Fünûn dergisinden ayrılır. Derginin başına Hüseyin Cahit geçer. Ancak Hüseyin Cahit’in Fransızca’dan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” başlıklı makale, sakıncalı bulunduğu için, Servet-i Fünûn kapatılır. Dergi, 5 Aralık 1901’de tekrar yayıma başladıysa da, şair ve yazarların dağılması, kimilerinin İstanbul dışına gönderilmesi veya sürülmesi vb. nedenlerle, artık eski gücünü koruyamaz. Böylece 5 yıllık bir süreden sonra Servet-i Fünûn topluluğu dağılır; ancak şair ve yazarlar, farklı tarzlarda eser vermeyi sürdürürler.

Bazı kaynaklar, Edebiyat-ı Cedide topluluğunun dağılmasına yol açan bir başka neden olarak, Servet-i Fünûnculardan bir kısmının adlarının, Abdülhamit karşıtı siyasî bir olaya karışmalarını gösterir. Buna göre, 1898 yılında, Güney Afrika’daki Transval’da sömürgeci İngilizlerle yerli halk Boerler arasında savaş çıkar. Abdülhamit karşıtı bazı aydınlar ve bir rivayete göre Hüseyin Cahit dışındaki Edebiyat-ı Cedideciler, bu savaşta İngilizlerin galibiyetini temenni eden bir metin hazırlarlar. Metin, dönemin İngiliz Büyükelçisi Sir Nicolas O’Conor’a sunulur. Bundan amaç, Sultan Abdülhamit’e karşı İngiltere’nin sempatisini kazanmaktır. Sonuçta, sarayın bu olaydan haberi olur. Metne imza atan bazı Servet-i Fünûn yazarları sorguya alınır. İsmail Safa ve Hüseyin Siret sürgüne gönderilir (1900). Kuşkusuz bu siyasi olay da, Edebiyat-ı Cedideciler üzerinde olumsuz etki yapmış, topluluğun dağılmasında rol oynamıştır.

Sonuç olarak, 1896-1901 yılları arasındaki 5 yılda, Servet-i Fünûn dergisinde, ortak bir edebiyat hareketi meydana getiren ve Türk Edebiyatı tarihine geçen Edebiyat-ı Cedide şair ve yazarları, edebiyatımızın Batılılaşması yolunda önemli eserler vermişlerdir. Türk Edebiyatı, onlarla birlikte, Divan Edebiyatından, şekil ve öz itibariyle daha da uzaklaşmış, roman ve hikâyedeki geleneksel izler daha bir silinmiş, dil ağırlaşmakla beraber, daha sanatkârane bir hale dönüşmüştür. Bu olumlu gelişmelerle beraber, edebî dilde bir yapaylık ve Fransız etkisi de kendini gösterir.

Tanzimat’la başlayan halka yönelme ve sade bir dille yazma anlayışının kesintiye uğraması, yerli hayattan uzak kalınması, yalnızca bireysel konuların işlenmesi de Edebiyat-ı Cedide’nin eksikleri arasında sayılabilir. Nitekim yıllar sonra Ömer Seyfettin’in, Genç Kalemler dergisinde Edebiyat-ı Cedidecileri sade Türkçe’den, millî hayattan uzaklaşmak ve Batıyı taklit etmekle eleştirmesi de bundandır.