Servet-i Fünûn Edebiyatının Özellikleri

Edebiyat-ı Cedide topluluğunun sanat ve edebiyat anlayışı, ortak birtakım özellikler gösterir. Bunları maddeler hâlinde şöyle sıralayabiliriz:

1. Tanzimat’ın I. kuşak şair ve yazarlarının, edebiyatı, toplumu eğitme ve bilinçlendirme aracı olarak görmelerine karşılık, Edebiyat-ı Cedideciler, sanat yapmayı ve güzelliği yansıtmayı amaçlamışlardır.

2. Tanzimat’ın ilk dönemindeki eserlerde toplumsal konulara ağırlık verilmesine karşılık Edebiyat-ı Cedide topluluğunda ağırlıklı olarak bireysel temalar işlenmiştir.

3. Edebiyat-ı Cedide yazar ve şairleri, hem dönemin toplumsal/siyasal koşulları, hem de mizaçları gereği, içe kapanık, karamsar, gerçeklerden kaçıp hayale sığınmaya eğilimli şahsiyetlerdir. Bu nedenle olsa gerek, eserlerinde hayal-gerçek çatışmasına ve karamsar duygulara sıkça rastlanır. Mâi ve Siyah, Kırık Hayatlar, Rübâb-ı Şikeste, “Ömr-i Muhayyel”, “Elhân-ı Şitâ”, “Gayyâ-yı Vücûd” gibi eser adları ve şiir başlıklarında dahi bu karamsarlığı ve hayal-gerçek çatışmasını görmek mümkündür.

4. Roman ve hikâyede, Tanzimat döneminde görülen, anlatıcının araya girip okurla sohbet etmesi, bilgiler aktarması, gerçeği zorlayan tesadüfler ve kişilerin idealize edilmesi gibi kusurlar, Edebiyat-ı Cedide romanında oldukça azalmış, olay örgüsü, karakterlerin canlandırılması ve çevre tasvirleri bakımından, daha sağlam, daha gerçekçi ve Batı tarzına uygun eserler kaleme alınmıştır.

5. Şiirde daha çok parnasyenlerin, romanda ise, kısmen romantiklerin; ancak daha çok realistlerin etkisi altında kalmışlardır. Şiirde Tevfik Fikret, Alfred de Musset, François Coppée ve Sully Prudhomme’dan, romanda ise Halit Ziya ve Mehmet Rauf, Stendhal, Balzac, Goncourt Kardeşler ve Paul Bourget’den etkilenmiştir.

6. Tanzimat döneminde, özellikle Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın başlattığı, dilde sadeleşme hareketi, Edebiyat-ı Cedide ile kesintiye uğramış, Servet-i Fünûn yazarları, eserlerinde Tanzimat kuşağına göre daha soyut ve ağır bir dil kullanmışlardır. Bundan dolayı eserlerinde, az kullanılmış veya hiç kullanılmamış “tîraje, ibtikâ, şegaf, takattur, lerzende, pûşîde” gibi kelimelere yer vermişlerdir.

7. Eserlerinde, “sâat-ı semenfâm (yasemin kokulu saatler), havf-i siyâh (siyah korku), ûd-ı mükevkeb (yıldızlı ud), nây-ı zümürrüd (zümrüt ney), leyâl-i girîzân (kaçıcı geceler)” gibi alışılmamış yeni tamlama ve imgelere yer vermişlerdir.

8. Eserlerinde “ki ve evet” gibi edatlarla, “oh, of, ey, âh” gibi aşırı duygusallık ifade eden ünlemleri sıkça kullanmışlardır.

Ooh, gel… Rûh-ı tabiat gibi mahmûr u hâmûş
Ohh, bak dalgaların cezbe-i sâfiyyetine;
        (Tevfik Fikret, “Leyl-i Vedâ”)

9. Şiirde aruzu ustalıkla kullanmışlardır.

10. Kafiyenin göz için değil, kulak için olduğu anlayışını benimsemişler; bu anlayışa uygun olarak yazılışları farklı, sesleri aynı olan harflerle kafiye yapmışlardır.

11. Kimi kez bir paragraf, hatta bir sayfa süren, uzun cümleler kurmuşlardır. Özellikle Halit Ziya’nın romanlarında bu uzun cümleler dikkati çeker.

12. Divan şiirinde cümlenin ve anlamın bir dize veya beyit içinde tamamlanmasına karşılık, Edebiyat-ı Cedide şiirinde, cümlenin ve anlamın bir dizenin ortasında başladığı veya bittiği görülür; hatta 7-8 dizeye kadar yayılan cümlelere rastlanır. Buna anjambman denir. Böylece şiir, bu dönemde giderek düzyazıya yaklaşmıştır.

“Baban diyor ki ‘Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin?…’ Babasız,”
                                              (Tevfik Fikret, “Haluk’un Bayramı”)

13. Sone ve terza rima gibi batı edebiyatına özgü nazım biçimleri kullanılmıştır.

14. Divan edebiyatındaki müstezat nazım biçimini, farklı vezinler kullanarak şiire uygulamışlar; serbest tarzda müstezatlar kaleme almışlardır.