Edebiyat Öğretmeni

Peyami Safa (1899-1961)

Peyami Safa

1899 İstanbul doğumlu olan sanatçı, Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur. Sivas’a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine iki yaşında yetim kaldı. Babasız büyümenin acılarının yanı sıra yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşadı. Hastalık ve savaşın yol açtığı maddî sıkıntılar dolayısıyla Vefa İdadisi’ndeki öğrenimini yarıda bıraktı. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar Posta – Telgraf Nezareti’nde çalıştı. Daha sonra öğretmenlik yapmaya başladı. Kendi çabasıyla Fransızcasını ilerletti. 1918’de ağabeyi ile birlikte çıkardıkları 20. Asır adlı akşam gazetesinde “Asrın Hikâyeleri” başlığı altında yazdığı öykülerle gazeteciliğe atıldı. Son Telgraf, Tasvir-i Efkâr, Cumhuriyet Son Havadis gazetelerinde fıkra ve makalelerinin yanı sıra romanlar da yayımladı. 1961 ‘de Erzurum’da yedek subaylığını yapmakta olan oğlu Merve’nin ölümü üzerine geçirdiği büyük sarsıntı sonrasında 1961’de İstanbul’da öldü.

Edebi Kişiliği:

Eserleri:

Fatih-Harbiye: İstanbul’da konservatuvar öğrencisi Neriman ile Şinasi, birbirlerini yıllardır seven iki gençtir. Neriman’ın babası Faiz Bey, Osmanlı geleneklerine saygılı Şinasi’nin, kızıyla evlenmesine izin verse de Neriman kendisini Batı hayranlığına kaptırmış ve evlerinin bulunduğu Fatih semtine ve orada sessiz, Müslüman hayatını beğenmemeye; Fatih – Harbiye tramvayına binerek gidip geldiği Beyoğlu’ndaki aldatıcı hayata imrenmeye başlamıştır. Konservatuara bir süre devam edip ayrılan Neriman, Macit adında züppe bir gençle buluşmaya başlamıştır. Şinasi ve Faiz Bey Neriman’daki değişimin farkındadırlar ve buna çok üzülürler. Roman, bir süre bocalamadan sonra Neriman’ın Şinasi’ye dönmesi ve onunla evlenmesiyle sona erer.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu: Romanda bacağından rahatsız olan bir gencin sağlığa kavuşmak için çırpınışları anlatılır. Psikolojik bir romandır. On beş yaşında bir çocuk, yedi yaşından beri bacağındaki kemik hastalığından hastane hastane dolaşır. En sonunda ayağının kesilmesi gerektiğini öğrenir. İyileşmesi için heyecansız, sakin, huzurlu bir yaşam gerekmektedir. Sağlığına kavuşması her şeyden önce iyi bir bakıma bağlıdır. Annesinin yoksulluğu yüzünden Erenköyü’ndeki paşa akrabası onun bakımını üzerine alır. Paşanın kızı Nüzhet’i sevmeye başlar. Kız ise zengin bir doktorla evlenecektir. Delikanlı bu acılar içerisinde, Paşa’nın evinden kaçarak hastaneye yatar. Doktorların büyük çabasıyla ayağı kesilmeden, ameliyatla sağlığına kavuşur. Hastaneden çıkar. Nüzhet’in doktorla evlendiği haberini alır.

Sözde Kızlar: Batı Anadolu’nun Yunanlılar tarafından işgali üzerine İstanbul’a kaçan Mebrure, uzak akrabasından Nafi Bey’in Şişli’deki köşküne misafir olur. Karısı, kızı, oğlu, kendilerini tam bir sefahate kaptırmışlardır. Köşkte sık sık danslı, içkili, hatta kokainli eğlence toplantıları yapılmaktadır. Mebrure, elinden geldiğince bu hayattan uzak kalmaya çalışmakta ve sık sık “Muhacirin İdaresi”ne giderek Anadolu’da izini kaybettiği babasını bulmaya uğraşmaktadır. Nafi Bey’in oğlu Behiç her çeşit ahlak bağından kopmuş, kumardan, içkiden ve kadından başka bir şey düşünmeyen yakışıklı bir delikanlıdır. Daha ilk günden Mebrure’yi – köşke gelip giden öbür kızlar gibi – baştan çıkarmak istese de başaramaz. Sonunda Behiç, ilişkisi bulunan kızların birinden olan “gayr-ı meşru” çocuğunu öldürmek suçuyla tutuklanır; Mebrure ‘de kaybettiği babasının izini bulup Anadolu ‘ya gitmeye hazırlanır. Böylece Türkiye’de Behiç’le birlikte suçlu bir devir sona erer; Mebrure’nin mutluluğu ile de yeni bir hayat müjdelenir.

Exit mobile version