Öne Çıkanlar

Öykü yazma eyleminin başarısızlığı çoğunlukla, düşünsel ve kurgusal olarak konu hakkında yeterli deneyime sahip olamamaktan kaynaklanır. Yaşamı öyküler bütünü olarak tanımlarsak; yaşamın herhangi bir parçasında özümsediğimiz deneyim ve gözlemlerimizi kağıda aktarmanın -belli ipuçları ve kriterler yardımıyla- hiç de zor olmadığını fark ederiz.

Aşağıda sunulan ipuçları ve değişik açılardan ele alınan varsayımlar, öykü yazmaya yeni başlayan yazar adayına rehberlik edebilecek niteliktedir. Aynı zamanda, profesyonel öykü yazarlarının da, bu sunumların tümünü veya birkaçını takip etmeye devam ettiğini unutmamak gerekir.

1. Okumak

Tüm yazın dallarındaki yazma uğraşı, okuma sürekliliğiyle doğru orantılıdır. Ne kadar çok okursanız, o kadar çok yazma şansınız vardır.

Genç öykü yazarı, okuma eyleminde seçici olmak zorundadır. Okumaya “öykü türü” ile başlamanın zararı, yararından daha fazladır. Çünkü; konusu, kurgusu, anlam bütünlüğü ve üslubu oturan her öykü çoğunlukla “ben bu işi başaramam” yargısına götürür yazar adayını. Oysa “roman” okumada bu süreç tam tersine işler: Yapısı itibariyle birçok öyküyü barındıran roman, okunup bitirildiğinde tek bir öykü okumuşcasına anlamsal bütünlük bırakır okuyucunun belleğinde. Sayfalarca yazının içinden çıkarılan bu bütünlük yazar adayına, “ben bu işi beceririm” dedirtircesine kolay görünür. Eğer yazarımız eline kalem alıp, okuduğu romanı hayalindeki çağrışımları da ekleyerek tekrar yazmaya koyulursa; ilk öykü denemelerine başlamış olacaktır. Bu denemeler çoğunlukla romanın özeti niteliğinde olsa da, yazar adayının hayal gücünün ivmelenmesine yardımcı olacaktır.

Roman okuma ve özetini çıkarma işinden sonra “şiir türü”ne geçilebilir. Şiirdeki ezgisel imgelerle örülmüş her dize, yazarın hayal gücünü kamçılar. Okuduğu şiirin her dizesini bir öykü paragrafı olarak 5-6 satırda açımlayan yazar adayı, romanla daralttığı biçimi şiirle genişletmiş olur. Yani artık hayal gücünü ve düşünsel yetisini kontrol edebiliyordur. Eh, artık öykü okuma zamanı gelmiştir.

Öykü okuyun!.. Uzunundan kısasından, sağından solundan, toplumcusundan bireyselinden bol bol öykü okuyun. Sadece öyküleri değil; onların yazarlarını da, yani öykücüleri de okuyun okumalarınızda… Aklınıza bir konu mu geldi, hemen “bunu Sait Faik olsaydı nasıl yazardı?” diye kurgulayın kafanızda. Kurgunuz sizi tatmin etmediyse açın Sait Faik’i, bir daha okuyun…

2. Yazmak

Kafanızda hoş bir konu var, önünüzde kağıt-kalem ve düşünceniz tümüyle yazmaya ayarlı… Ama, yazamıyorsunuz çünkü, yeterli gücü bulamadığınız başlamak için. “İlham!” demeyin, o sadece ustalaştığınızda çalar kapınızı. Siz, yazma alışkanlığından yoksunsunuz. Çünkü; roman, şiir, öykü derken sadece okuma alışkanlığı verdik size; yazma alışkanlığını edinmek elinizde…

Kafanızdaki konuyu unutun ve boş bir sayfaya gün içinde olan olayları, gözlemlerinizi, hislerinizi aktarmaya başlayın. “Cümle kuruluşlarım berbat”, “ ya biri bunları okursa”, “ne kadar basit kelimeler seçtim” gibi kaygılara kapılmayın sakın çünkü, sayfa dolduğunda yırtıp çöpe atacaksınız onu…

Sayfa doldu mu? O zaman yeni bir sayfa açın ve düne ait olanları aktarın. Sonra öbür güne, sonra ertesine… Eliniz yoruldu sanırım. Çay-kahve molası ve müzik… Yeterince dinlendiğinizi düşündüğünüzde tekrar boş bir sayfa açın ve bugüne ait olayları (bu yazma denemeleriniz dahil) baştan sona tekrar yazmayı deneyin. Sayfa dolduğunda güzelce katlayın ve yarınki yazma denemenizden sonra okumak üzere bir köşeye kaldırın.

3. Not Almak

Her insan üstün bir belleğe sahip değildir. Gün içerisinde olan birçok olay ve bu olaylar içindeki duygulanımlar, çoğu zaman kısa sürede uçup gider zihnimizden. Yazar için güçlü bir bellek, not almasındaki kabiliyetiyle ilişkilidir.

Şort-gömlek dolaşsanız bile, bir yerlerinizde taşıyabileceğiniz büyüklükte bir not defteri edinin. Not defterinizi alıp, eğer İstanbul’daysanız Eminönü-Kadıköy seferi yapan yolcu vapuruna, İzmir’deyseniz Konak-Karşıyaka feribotuna, Ankara’daysanız Gar-Sincan trenine atlayın (başka şehirlerde başka vesaitlere)… Gözünüze kestirdiğiniz en geveze çiftin (mümkünse 40 yaşını aşmış, iki bayan olsun; birisinin başı geleneksel olarak örtülmüş, diğeri hafif makyajlıysa ne ala!..) karşısına oturun. Tüm konuşmaları elinizin hızı yettiğince yazmaya çalışın. Her konuşmanın sonunda en az iki cümle yazacak kadar boşluk da bırakmayı ihmal etmeyin:

“— Geçen Leyla’lar geldi çocuklarıyla… Çocuk değil canavarlar mübarek!.. Biri büfenin üstüne çıkar, öbürü televizyonla oynar… Hele kız… elinde bir cep telefonu; şak-şuk mesaj çekip fingirdeşiyor.”

“— Ya, yaa… Artık bizimkilerin de hepsinde var bu meret. Oğlanın yüzünü sofradan sofraya görüyoruz. Alıyor cep telefonunu, giriyor inine akşamları…”

Aa, evet! Bu konuşmaları yazarken ara sıra göz ucuyla deneklerinizi de süzün. Çünkü arada bıraktığınız boşluklara konuşmalar esnasında hayalinizde kalan tasvir ve betimlemeleri sığdıracaksınız sonra…

“Elif Hanımın kahverengi benli parmakları hayali bir cep telefonunun tuşlarında gezinirken, eklemlerinden çıkan romatizmalı şıklamalar tuş sesi efekti veriyordu.”

Olmadı değil mi? Neden olmadı sizce? Çünkü, zihnimizde tasarladığımız diyalog gerçeklikten uzak olduğu için, onu tamamlayan zihinsel betimlemem de bu kurguya yama gibi durdu. Unutmayın; gerçek diyaloglar her zaman zihinde tasarlanandan daha açık ve akıcıdır. Aynı zamanda yukarıdaki betimlemede öykü türünün kaldıramayacağı kadar ağır tamlama bulunuyor. Öykü tamlamalardan ne kadar çok uzaklaşırsa, (onlara yakın olmak romanın işi) o kadar aktarımlı olur. Siz en iyisi gerçek diyalogları gözlemleyin ve gördüklerinizi kısa tasvirlerle aktarın not defterinize.

Film seyrederken replikte yer alan bir cümle, müzik dinlerken sözlerdeki bir kelime, Makbule Ablanın çamurlu suyla oynayan oğlu Memed’e ana-avrat düz gitmesi; evet hepsi, ilerde yazacağınız bir öyküye neden konu olmasın? Not alın!…

4. Yaşamın Gerçekliğiyle İlgilenmek

Hayat, yatağınızdan kalktığınızda, yüzünüzü yıkadığınızda, kahvaltıya oturduğunuzda değil; eşikten atlayıp sokak kapısını araladığınızda başlar. Hayatı yakalamaya gayret etmezseniz, onun öyküsünü yazmaya çalışmak şöyle dursun; yazılmış öyküsünde yan karakter bile olamazsınız. Çabuk, üzerinize-başınıza çeki-düzen verin ve dışarıya çıkın!..

Yürüyün önce sokaklarınızda: Tüm organlarınızla yürüyün… Bu kaldırımdaki şu taşa kaç kez abandı tabanlarınız, anımsayın. Fatma Ablanın balkonundaki sardunya çiçek mi açmış (ne de genzi yakan ıtırlı bir kokusu vardır şimdi…), Bakkal Hasan gözlük çerçevelerini mi değiştirmiş (Almanya’dan, oğlundan para mı geldi acaba?), Rukiye ile Hüseyin yine çay bahçesinde mi basılmış (hayta oğlan! Ne diye bırakıverdin fabrikadaki işini. Böyle işsiz-güçsüze verir mi Mustafa Amca kızını…), adımlarınızda duyun, görün, hissedin.

Çoğu genç yazar, henüz bilinçsel olgunluğa ve yaşamsal deneyime sahip olmadan odasına çekilip öykü yazacağını umar. Arada çok özenli ve özgün çalışmalar çıksa da; ne yazık ki çoğu ürünler sadece içsel bulanıklıkla ilgilidir ve öyküsel kurgudan yoksundur. Yaşamın özü bu statik üretime göre şekillenmeyecek kadar dinamik ve hatta kaotiktir. Yaşanılan coğrafyanın ekonomik, sosyo-kültürel ve mekansal sorunlarını, yöresel değer ve kümülatif bilincini görmezlikten gelerek öykü yazılamaz. Günümüzde de eserlerini zevkle okuduğumuz öykücülerin (hatta diğer yazarların) hayat hikayelerine bir göz attığınızda; malikanelerde, saraylarda ya da içsel odalarında değil, sokaklarda, tarlalarda, meydanlarda ömür törpülediğini göreceksiniz. Bu sokaklar sizin: Yürüyün…

5. Hoşgörülü Olmak

Yazar olarak, hoşgörülü bir çizgi benimsemezseniz öykülerinizdeki karakterler de tekdüze kişilik sergileyecektir. Bir öykü yazarı asla “yargı”da bulunmaz. Karakterleri hoşgörüsüz, yargılayan, saldırgan, sabırsız olabilir tabi ki… Üstelik ne kadar farklı karakteri tahlil edip yansıtabilmişse eserlerine o yazar için o kadar “hoşgörülü” tanımlamasını da getirebiliriz. Ancak bazı durumlarda (ahlaksal çöküntü, toplumsal buhran, ekonomik yok oluş gibi) olumsuzlukların altını çizmek, güzele/iyiye/topluma açılan pencere olmak adına karakterlerindeki hoşgörü sınırlarını azaltabilir. Bu onun en doğal hakkındır çünkü bu hak az önceki başlıkta tanımlandığı gibi “dışarıya dönük” bir yaşama yaslanmasından gelir.

Yukarıda, yeni başlayan öykü yazarının masasına oturmadan önce uzun bir süreçte yapması gereken eylemleri ve kazanması gereken yetileri özetledik. Eğer bu alışkanlıkları yeterince edindiğinize inanıyorsanız; gelin, aşağıda açımlanan nitelikli bir öykü yazmak için gerekli kriterlere örnekleriyle göz atalım.

Öykü Konusu Seçimi

Genç öykü yazarı yazmaya karar verdiğinde en çok öykü konusu bulmakta sıkıntı çeker. Çünkü ona göre çok ilginç, olağanüstü ya da sürpriz konu yoktur çevresinde. Sıradan bir konuyu kimsenin okumayacağını düşündüğünden gerçeklikten uzak kurgulamalara kayar ister istemez.

Oysa kelime anlamı itibariye “öykü”, gerçekleşmesi olası durumlar için kullanılır. Kaynağını reel yaşamdan alan, olmuş ya da olması muhtemel olayları ele alan konular, kurmaca öykülere göre daha az hata barındıracağından, genç öykü yazarı için idealdir.

Öykü yazımına yeni başlayanlar konu seçimi için aşağıdaki ipuçlarından yararlanabilir.

  • Başınızdan geçen ve başkalarının okumaktan hoşlanacağını düşündüğünüz ilginç/acı/üzünç/komik bir olayı ele alabilirsiniz,
  • Ailenizin, arkadaşlarınızın ya da çevrenizin başından geçmiş olan herhangi bir durumu kullanabilirsiniz,
  • Düşlediğiniz ve başkalarının da hissettiğini düşündüğünüz duygularınızı anlatabilirsiniz,
  • Ailenizden, çevrenizden herhangi bir kişiyi gün boyunca gözlem altına alarak, ne yaptığını, nasıl yaptığını, yaptıklarında kullandığı yöntem ve araçları, hislerini, zaaflarını aktarabilirsiniz,
  • Özel bir ilgi alanınız varsa (resim, tiyatro, toplumsal olaylar vb.) o mekanlardaki gözlemlerinizi ilgi alanınız teknik/estetik özellikleriyle bütünleştirerek açımlayabilirsiniz.

Kurgu

Eskiye oranla günümüzde, olayların kronolojik gelişim sürecine ek olarak; kopma/kayma/atlama/anımsama gibi kurgusal özellikler daha fazla kullanılır. Bu kurgusal değişimler anlatının yaşamsal dinamizmini, ilişkiler örgüsünü ve mistik, ironik yapısını güçlendirilir.

Genç öykü yazarı öyküdeki gelişim sürecini kronolojik açıdan ele alırsa daha az hatalı kurgu oluşturabilir. Genelde zaman atlamalı/kaymalı/geri beslemeli öyküler usta bir kalemden çıkmamışsa konu bütünlüğünü tehlikeye düşürecek kadar sorunlar yaratabilir.

Olay örgüsünün anlatımında kullanılan kurgu tekniklerini, yeni başlayan öykü yazarı için daha akılda kalıcı bir yöntemle açıklamak gerekirse:

  • Olay örgüsünün başından sonuna takip edildiği öyküler:

Kronolojik bir zamanı takip eder, kurgusal hata oranı azdır. Genelde durum öyküleri bu tür yazılır ve ağırlıklı olarak geçmiş zamanlı anlatım kullanılır.

  • Olay örgüsünün ortasından ya da sonundan başlayıp anımsamalarla başa dönülen anlatımlı öyküler:

Sondaki olaylar örgüsüne nasıl gelindiğini geçmişe dönmelerle anlatan kurgu türüdür. Çok sık kullanılan bir teknik olup genelde konu ağırlıklı öykülerde rastlanır. Sondaki durumla çatışan kurgu hataları olabilir (öykü sonunda önemi olan bir nesnenin geçmişteki hatırlamalarda kullanılmaması gibi).

  • Olay örgüsünün bir zaman diliminde kesilerek başka bir zaman/mekan dilimine bağlandığı öyküler:

Genellikle sürpriz sonlara götüren öyküler için kullanılan bir kurgu tekniğidir. Durum öyküsünden başlanıp konu anlatımlı öykü ile sonlandırılır. İki öykü arasındaki tutarlılık kurgunun en belirleyici özelliğidir.

  • Olay örgüsünü içinde paralel yaşamlar, atlamalar, geri beslemeli zamanlar bulunduğu öyküler:

Zor bir öykü kurgusudur. Diyaloglarla ya da çağrışımlarla zamansal atlamalar aktarılır. Biçimsel düzeninin yanında konu bütünlüğünün de özenle sağlanması gerekmektedir. Genelde sürpriz sonlara açıktır.

  • Olay örgüsünün çağrışımlar, tekrarlar, zamansal boşluklarla anlatıldığı öyküler:

En zor öykü kurgularındandır. Okuyucuya olayı izletmeyi/yaşatmayı amaçlar. Zaman akışları şizofrenik ve histeriktir. Çok güçlü çağrışımlara ya da özgün konulara yaslanır. Sonuç bölümü öykünün herhangi bir yerinde ya da bütününde yer alabilir.