Öne Çıkanlar

Daniel Moulin’in, Tolstoy’un eğitimci kişiliği ve eğitime dair görüşlerini ele aldığı Eğitici Tolstoy adlı eseri üç ana bölümden oluşur: Lev Nikolayeviç Tolstoy’un düşünsel biyografisi, Tolstoy’un eğitsel düşüncesi, bir eğitimci olarak Tolstoy’un mirası.

Giriş bölümünde, ilk olarak Tolstoy’un mezarının bulunduğu ormanlık arazi anlatılır. Bu arazide Tolstoy’un mezarı tam da istediği gibi herhangi bir mezar taşı veya anıt olmadan söğüt ağaçlarıyla çevrili yemyeşil bir alanda bulunmaktadır. Burası Tolstoy ve üç erkek kardeşinin oyunlar oynadığı, çocukluk anılarının bulunduğu bahçedir. Tolstoy’un doğduğu ve yaşadığı ev ise Moskova’da bulunmaktadır ve bir müze haline getirilmiştir. Evi, bahçesi, kitapları, yatağı tıpkı Tolstoy’un son gün eşini ve çocuklarını bırakıp son tren yolculuğuna çıktığı gibidir.

Tolstoy, çocukların eğitiminin toplumsal iyileşme ve toplum ahlakının düzelmesi bakımından birinci derecede önemli olduğuna inanmaktadır. Ayrıca eğitimi iki yönlü bir süreç olarak görmektedir.

Avrupa’nın çeşitli yerleri dolaşmış, oralarda gördüğü manzaralar özellikle hükümet ve kilisenin etkisi ve bedensel cezanın yaygın olması, Tolstoy’u endişelendirmiştir. Ona göre, gerçek eğitim ne önyargılı bir hayat anlayışını kabul etmek ne de maddi amaçları olan bir şey olabilir. Gerçek eğitim, her çocuğun bireysel motivasyonunu ve bir eğitimcinin öğrencilerinin kendisi ile eşit bilgi birikimine sahip olmalarını istemesini temel alan insani bir girişim olmalıdır. Bu anlayışa sahip olan Tolstoy, 1881’den sonra yayınlanan eserlerinden artık telif hakkı istemez, bütün servetinden feragat ederek mallarını eşine ve ailesine bırakır. Artık, yaşadığı köyün bir ferdi gibi giyinmeye başlayan Tolstoy, bir bakıma aristokrat yaşamdan el çeker.

Tolstoy’un hayatın anlamını bulma saplantısı, onu çocukluğundan beri teşvik eden, sosyal meselelere ve aile hayatına olan ilgisinin temelinde yatan arayıştır. Bu saplantı, ayrıca onun yaşamı boyunca sürdürdüğü sanatsal, dini ve eğitsel çabalarının temelinde yatan şey olmuştur. Yaşamı boyunca doğal ahlak yasasına dair sarsılmaz bir inanca sahip olan Tolstoy, bütün insanların bir iyilik kapasitesine sahip olduğu için, toplumun kolayca çok daha iyiye gidebileceğine inanmıştır.

Tolstoy’a göre, insanın çabası, her çocuğun kalbinde olduğu ve Hazreti İsa’nın öğretilerin de en açık şekilde ifade edildiği haliyle insan varlığının saf, ahlaki doğruluğunu temel almalıdır. Onun eğitimle ilgili sorunlarla olan mücadelesinde iki soru ağır basar: Ne öğretmemiz gerektiğini nereden biliyoruz ve bunu öğretmeye nasıl başlamalıyız?

1.BÖLÜM: LEV TOLSTOY’UN DÜŞÜNSEL BİR BİYOGRAFİSİ

Tolstoy’un annesi Kontes Marya, Tolstoy henüz bir buçuk yaşındayken, babası Kont Nikolay ise, o sekiz buçuk yaşında iken ölmüştür. Tolstoy ve dört kardeşinin bundan sonraki bakımını iki teyzesi üstlenir. Bu açıdan Tolstoy’un eksik bir çocukluk yaşamış olduğu söylenebilir.

Tolstoy özellikle ilk dönem eserlerinde eğitim konusuna çok değinir. İlk eseri olan Çocukluk’ta yarattığı Nicholas adlı karakter, onun Rus ve dünya eğitimine bakış açısını yansıtır. Nicholas’a göre, önemli hayat dersleri okuldaki derslerin dışında öğrenilir. Nicolas’ın öğrenimi ve gelişiminin gerçeklik örüntüsünü, aldığı geleneksel eğitimden ziyade doğal yaşam deneyimi ve iç dünyasının yansımaları oluşturur. Tolstoy’un eğitim sözcüsü olan Nicholas, bir eğitimci olarak kariyeri boyunca geleneksel değerlendirme yöntemlerine karşı durmuştur. Tolstoy’un, üst sınıfların avare ve yozlaşmış hayatlarını ve onlara sağlanan eğitime dair sonraki yakınmalarının çıkış noktasını Nicholas’ın şahsında görebiliriz.

Tolstoy, yaşamı boyunca felsefeye ve büyük düşünürlerin yazılarına olan yoğun ilgisini günlükleri ve mektuplarında açıkça belirtir. O, aynı zamanda Rousseau’nun Emile’ini okumuş ve onun eğitim anlayışını özümsemiştir. Pedagoji açısından Rousseau ve Tolstoy’a göre, çocuk doğal bir şekilde öğrenmesi için kendi haline bırakılmalıdır.

Tolstoy’a göre, din eğitim yapsın üzerindeki köşe taşına dönüştüremeyeceğimiz kapak taşıdır. Hayat bilgisi ile henüz tanışmış ve hayatının sadece başında olan bir çocuk, inancın gerektiği bir hayatın sonunda zaten duramaz; bir kimse bilgi oradayken, ancak henüz başlamamışken bilginin teslimiyetin ister.

Çağdaş eğitim yöntemlerine dair bilgisini artırmak isteyen Tolstoy 1860-1861 yıllarında Avrupa’ya gider. Almanya, Fransa ve İngiltere’deki pedagojik uygulamaları gözlemler ve bunlar üzerinde derin tahlillerde bulunur. Avrupa’nın önde gelen bu uluslarının kentsel, endüstriyel doğası Tolstoy’da olumsuz bir izlenim bırakır ve Tolstoy’un “Medeniyetten iğrenme” olarak tanımladığı bir duygu oluşturur onda. Tolstoy’a göre, bir Rus vatandaşının özgüveni, hiçbir şey bilmediğini kabul etmesinden gelir. O, herhangi bir şeyi tamamen bilmenin mümkün olduğuna inanmaz.

1859’un sonbaharında sonra Tolstoy, doğduğu Yasnaya Polyana bölgesinde çiftçiler için bir okul açmayı karar verir. Okulda büyükler, küçükler ve orta sınıf olmak üzere, öğrenciler üç sınıfta gruplandırılır ve eğitim alırlar. Bir zili ve ders programı bile olan okulda 12 ders bulunmaktadır. Bunlar: Okuma, Yazma, Güzel Yazı Sanatı, Dil Bilgisi, Dini Tarih, Rus Tarihi, Resim, Teknik Resim, Müzik, Matematik, Doğa Bilimleri Üzerini Konuşmalar ve İlahiyat’tır. Uygulama üzerine dayalı dersler bazen akşam 8 veya 9’a kadar uzamaktadır. Okulda, yaşları altı ile 12 arasında değişen 30-40 öğrenci eğitim almaktadır.

İyi bir gözlemci olan Tolstoy öğrencilerini, özellikle uygulamalı derslerde, doğa içerisinde gözlemler ve birçok roman ve öyküsünde onlara yan karakter olarak yer verir. Ona göre, okulun dışında, açık havada öğrenciler ve öğretmenler arasında, kendiliğinden, daha çok özgürlük veren, daha çok sadelik içeren ve daha çok güven veren, yeni ilişkiler oluşur.

Eserde verilen bir anı şöyledir: Bir gün, Tolstoy öğrencileri ile kompozisyon dersindedir. Onlara “Kaşıkla verip sapıyla göz çıkarır.” atasözünü kompozisyon ödevi olarak verir. Sınıftakiler ilk başta bir şeyler yazmaya çalışsalar da daha sonra bu atasözünü zor olduğunu söyleyip Tolstoy’dan bu konuyla ilgili bir hikaye yazmasını isterler. Tolstoy bu meydan okumanın altında kalmaz ve bir hikâye yazmaya başlar. Bu hikâyeyi Tolstoy ve öğrencileri birlikte oluştururlar. Tolstoy’un, öğrencileriyle birlikte yazdığı o hikâye yanlışlıkla sobada yakılır. Tolstoy yaşadığı bu büyük hüznü, “O üç sayfanın kaybı kadar acı bir kayıp asla yaşamadım.” diyerek yaşamının çeşitli dönemlerinde dile getirir.

1872 yılında Tolstoy bir diğer hedefini gerçekleştirir Rusça ilk okuma kitabı olarak adlandırılan Azbuka’yı yazar. Bu kitap Tolstoy’un okumayı öğrenme hakkındaki görüşüne açıklar. Öncelikle çocukların alfabeyi, sonra ortak sözcükleri ve onları oluşturan heceleri öğrenmesi gerekir.

Moskova’daki okulları ziyaret ederken suda boğulan çocukları izliyormuş hissine kapılan Tolstoy, “Ah keşke onları çekip çıkarabilsem ama ilk kimi kurtaracağım, bir sonra kimi? Bu boğulan şey, en değerli şey: ruhani bir şey.” diyecektir. Bu aşamada Tolstoy’un o dönemde pedagoglarla büyük sorunlar yaşadığı söylenebilir.

Tolstoy’a göre din, kişinin bağımsız kişiliği ve sonsuz evren ya da evrenin kaynağı arasında oluşturduğu mutlak bir ilişkidir. Bir kişinin kalbinin olmaması nasıl mümkün değilse o kişinin dinsiz olması da mümkün değildir. Bu dini hassasiyetine rağmen, Ortodoks Kilisesi’ne yönelik eleştirilerini esirgemeyen Tolstoy, 1901 yılında yazdığı Diriliş romanında Ortodoks kilisesi yönelik taşlamaları sebebiyle kiliseden aforoz edilir. Bu, Tolstoy için bunalımın ilk adımlarıdır.

1910 yılında Tolstoy, bir sabah erkenden bavulunu toplar ve kimseye haber vermeden evden ayrılır. Uzun bir tren yolculuğuna çıkmaya karar verir. Yolculuğa başladıktan birkaç gün sonra bir istasyonda fenalaşır ve istasyon şefinin evine götürülür. İki gün sonra da orada vefat eder. Öldüğü gün, evinin önünde

2.BÖLÜM: TOLSTOY’UN EĞİTSEL DÜŞÜNCESİNİN ELEŞTİREL BİR YORUMU

Tolstoy’un eğitsel çalışmalarının en yoğun olduğu evre 1859-1863 yılları arasıdır. Bu dönemde bir yandan okulda dersler verir, bir yandan da Yasnaya Polyana dergisinde çeşitli inceleme yazıları ve makaleler yayınlar.

Bu yazılardan birinde Tolstoy, eğitimcilerin baskılarının ve öğrenenlerin dirençlerinin, zaman içinde ve her kültürde eğitimin bir türlü yakasını bırakmayan ve modern zamanlara dek süren bir problem olduğunu iddia eder. Tolstoy’a göre bilim, eğitim programının temelini oluşturamaz çünkü bilimsel kuramların çoğu ihtilaflı, aynı zamanda da karmaşıktır.

Tolstoy’a göre öğretmenler ne öğretecekleri ya da nasıl öğretecekleri konusunda ne yapacaklarını bilemez bir haldedirler. Tolstoy, bunun için dört muhtemel çözüm sunar. İlk olarak, bir öğretmen, Tanrı’nın gösterdiği gerçekleri öğretmeli ve çocukları bu ilkelere göre yetiştirilmelidir. İkinci olarak, bir öğretmen eğitiminin temelini Kant, Fitche, Hegel gibi filozoflardan birinin felsefesi ile açıklayabilmelidir. Üçüncü olarak, okulların zorlayıcı olduğu ve bu tür zorlayıcı bir sistemin okullarda olması gerektiği deneysel gerçeği kabul edilmelidir. Dördüncü olarak, Tolstoy’a göre okullar oldukları gibidir çünkü din, felsefe ve eğitimciler okulları bu hale getirmiştir. Bu tarihi güçler makul olmalıdır.

Geleneksel eğitim yöntemlerinin başarısızlıkları ve yenilikçiler tarafından oluşturulan kuramların yetersizlikleri düşünüldüğünde Tolstoy, yeni bir eğitim şeklinin başlatılması gerektiğini ileri sürer. Okulun, yeni nesille yapılan ve sürekli yeni sonuçlar veren bir deney, eğitim birimi için sağlam temeller oluşacak bir pedagojik laboratuvar olması gerektiğini ifade eder. Özetle, bir okul, hayatın insanlara yönelttiği soruları yanıtlayabilmelidir.

Tolstoy, bir okulun, öğretmenlerin kendi sanatlarını deneme ve geliştirmeye teşvik edildiği, süregelen, karşılıklı konuşma şeklinde gelişen bir sürecin mekânı olması gerektiğini öne sürer. Tolstoy’un, öğrencilerin doğuştan gelen kendi kendilerine kavram oluşturabilme yeteneklerine olan inancı da Sokratik yöntemi reddetmesini yol açar.

Tolstoy’a göre sınavlar bir çocuğun gerçek öğrenmenin ne olduğu konusunda yalnızca aklını karıştırır. Öğrenci, sınava hazırlanmayı öğrenme ile denk tutmaya başlar.

Tolstoy; sanatta yaratmanın, keyif almanın ve fayda sağlamanın bütün sosyal sınıflar için eşit ölçüde, önemli bir insani arzu olduğuna inanır. Şarkı söyleme ve resim yapmayı eğitimini, teknik çizim ya da kilisede şarkı söyleme gibi hayatın ilerleyen zamanlarında faydalı olabileceğini düşünebilecek derslere hapsetme çabalarına da karşı çıkar.

Tolstoy’a göre yazma aşamasında öğretmenin ana görevi, öğrencilere kompozisyon yazmak için uygun konu seçenekleri sunmaktır. Yine öğretmenin bir başka görevi, çocuğun içgüdüsel olarak kendisini dengeleyebileceği materyali sağlamak olmalıdır. İyi ve deneyimli öğretmenler, plan yapacakları işe uygun bir yöntemler birleşimi seçmek için kendi şahsi duygularını kullanmalıdır.

Yaratıcı yazı konusuna gelince, Tolstoy’a göre öğretmen, mutlak surette asla el yazısı ya da yazım kurallarına dair düzeltmelerde bulunmamalı; aksine öğrencilerin, hikayenin geçtiği yeri ve genel yapısını akılda tutarak, kelimeleri mantıklı bir şekilde seçmelerini teşvik ederek onlara yardımcı olmalıdır.

Tolstoy temel okumayı öğretmenin üç yöntemi olduğunu düşünür: İlki, harflerin isimleri daha sonra harfleri oluşturduğu birleşimler; ikincisi sessiz harflere bağlanmış sesli harflerin öğretilmesi, üçüncüsü ise her bir harfin ismiyle değil de kendi sesiyle öğrenildiği ses bilgisel yöntemdir. Tolstoy, herhangi bir yönteme körü körüne bağlanmanın zararlı olduğuna; öğretmenlerin, öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarına odaklanmaları gerektiğine bir kez daha ayna tutar. Ayrıca Tolstoy, kendi zamanının pedagoglarının, öğrencilerin aleyhine olacak şekilde “öğretim”i ve “öğretme”yi “eğitim”le karıştırdıklarına inanır.

Tolstoy, toplumdaki tüm eğitim kurumlarının üst tabakalar tarafından işletildiğini, bu nedenle alt sınıftan olanların da dâhil olduğu öğrencilerin, faydasız ve yabancı fikirler konusunda eğitiliyor olmaktan şikâyet etmelerinin şaşırtıcı olmadığını gözlemler. Ona göre eğitim, özünde eşitlik ihtiyacı olan insan faaliyetidir. Tolstoy bu tanımın gözlemden geldiğini vurgular ve eğitim tabirini en genel anlamıyla kullanır.

Yıllık ulusal sınavlar, Tolstoy’un eleştirdiği bir diğer noktadır. Sınavların hiçbir eğitsel değerinin olmadığını ve resmi görevler tarafından yapılan hilekârlık ve sahteciliğe sebep olduğunu iddia eder. İki saatlik bir sınavla sekiz yaşındaki bir çocuğun ne bildiğine ya da öğretmenin değerine karar vermenin imkânsız olduğunu öne sürer.

Tolstoy, üniversiteleri, üst tabakaların ahlaki çöküşünün, boş gururunun ve küstahlığının kaynağı olmakla suçlar. Evinden alınan öğrencinin, miskin bir hayat sürmek, sigara içmek, alkol tüketmek gibi kötü alışkanlıklar edinmeye teşvik edildiği göz önünde bulundurulduğunda öğretilen akademik konular bütünüyle ilgisiz veya yüzeysel kalır. Ona göre üniversiteler ne eğitimde özgürlük ilkesini ne de zorlama ilkesini onaylar.

3.BÖLÜM: GÖZDEN KAÇAN BİR EĞİTİMCİNİN MİRASI

Tolstoy’un pedagojik makalelerinde tartışıldığı üzere öğretmen; eğitim, tıp ya da hukuk gibi tümdengelimli akıl yürütmeyi ya da yöntemin tek başına uygulanmasını değil, bireylerin deneyimlerini dikkate alan samimi, korumacı bir ilişki oluşturmayı temel almalıdır.

Ona göre hakiki bir eğitimin en önemli koşullarından biri de eğitimcilerin hayatlarının, yalnızca yüzeysel olarak değil, mutlak temellerine kadar güzel olması gerektiğidir. Öğretmenler sevgide mükemmelliği elde etmeye çalışmak koşuluna uyarsa ve çocuklar da bu amacı anlarsa o zaman eğitim daha iyi olacaktır.

Tolstoy öğrencileri şuna teşvik eder: “Daha az okuyun, daha az çalışın fakat daha çok düşünün. Öğrenin, hem öğretmeninizden hem de okuduğunuz kitaplardan, yalnızca gerçekten ihtiyacınız olan ve gerçekten bilmek istediğiniz şeyleri öğrenin.”

Tüm bu görüşlerin sahibi olan Tolstoy’un, akademik ve eğitsel camialar tarafından eleştirilmesinin yanı sıra düşüncelerinin hükümet tarafından bastırıldığı görülür. Okulunun basılması, dergisinin sürekli eleştirilmesi ve incelenmesi dolayısıyla eski isteğini kaybetse de gerek Savaş ve Barış’ı yazdıktan gerek Anna Karenina’yı tamamladıktan hemen sonra belirli aralıklarla eğitim yaşantısına geri döner. Rusya Eğitim Bakanlığı ile sık sık sorunlar yaşayan ve ülkesinde acımazsızca eleştirilen Tolstoy’un eğitime dair görüşleri, ilerleyen dönemlerde Tolstoyculuk, Tolstoy felsefesi gibi bir takım akımların ortaya çıkmasına zemin hazırlar.

Tolstoy’un eğitsel düşüncesinin İspanya ve Japonya başta olmak üzere bazı ülkelerde fazlasıyla etkili olduğunu dile getirilir. Ayrıca Amerika başta olmak üzere birçok Batı ülkesinde Tolstoy’un fikirleri çeşitli pedagoglar tarafından derlenip kitaplaştırılmıştır.

Deniz POLATER

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Eğitici Tolstoy İncelemesi İndir! (Deniz POLATER)