Öne Çıkanlar

Tarihsel anlamıyla mistiklik, İslam’daki adı ile “tasavvuf” ve “sûfilik”, insan ruhu­nun “mutlak gerçek” (Tek Yaratıcı), yani Tanrı ile birliğe ulaşması öğretisidir. Bu an­lamda bu öğreti Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlığında, Hindu ve Yahudi dinlerin­de, Şamanlıkta ve başka dinlerde de vardır. Daha genel ve güncel bir kullanışla mistiklik, yaratanla yaratılan, sevenle sevilen, müzikle dinleyen, resimle seyreden ara­sında ulaşılan bir birlik duygusudur. Öyle bir duygu ki, orada ikilik ortadan silinir, özne ile nesne tek olur, tekleşir. Bir canda iki ruh, bir gömlekte iki baş gibi… Bu du­ruma çok defa dinsel bir eğitimle ulaşılır; ama din dışı öğretiler yoluyla da bu duru­ma ulaşanlar olmuştur. Böyle bir duruma ulaşan insanda saklı kalan enerji büyük bir patlama ile ortaya çıkar ve bilinmeyen yeni dünyaların ve duyguların kapısını açar.

Tanrı ile bir olma, “mutlak gerçeğe” ulaşma felsefesini Müslüman mistikliği, “Vahdet-i Vücut” adı altında açıklar. Bu öğretiyi bugünün dili ile şöyle özetleyebiliriz:

Evren daha yaratılmadan karanlık ve yokluk vardı, bir de Mutlak Yaratıcı. Bu tek Yaratıcı yokluğun ve karanlığın içinde bir nur parçası gibi balkırdı. Gerçi Yaratıcı en yüksek derece­den iyilik, güzellik ve bilgeliklerle donanmıştır ama onu insan aklının alacağı böyle nitelik­lerle tarif etmek olmaz; onun tek niteliği niteliksizliktir. O görülmez, kavranmaz, duyulmaz, zamanla ve mekânla sınırlı değildir. Tek gerçek olan Tanrı diledi ki, kendi güzelliklerine tapa­cak, kendini sevecek varlıklar olsun. “Kün (Ol)” buyurdu bunun için ve bu buyrukla onun nitelikleri yokluğun ve karanlığın üzerine düştü; bir aynaya düşen suretler gibi orada görün­meye başladı. Evren ve insan işte bu karanlık ve boşlukta Tanrı’nın birleşmesinden ortaya çıktı; bunun için asıl değil surettir. Bu surette bir yandan Tanrısal nitelikler vardır, bir yan­dan da karanlık ve yokluktan gelen kötü nitelikler. Bunlar çirkinlik, kötülük vb. nitelik­lerdir. Bu nedenle her insanın mayasında ikilik vardır. İnsan hem melektir hem şeytandır. Hem kuzudur hem kurttur. Hem sevap hem günah işleyici; hem nur hem karanlık. Ama bu evrende yalnız insanoğludur özündeki Tanrısal nitelikleri artırıp yokluk ve karanlık nitelik­lerini eksilten, hatta yok edebilen. Bunu yapmak için ilkin, Tanrı insanın yüreğine sevgi bı­rakacak, sonra bir şeyhin eteğinden tutulup tarikat denen bir yola girilecek, orda şeriat ve ma­rifet aşamalarından geçilecek, en yüksek derece olan hakikate ulaşılacaktır. Hakikat aşama­sında insanın özünde kötülük kalmayacak, yokluktan ve karanlıktan gelen her şey eriyip yok olacak, sadece Tanrı nitelikleri kalacaktır. Böylece insan tanrılaşacak, Tanrı ile bir olacaktır. Kul-Tanrı, Yaratan-yaratılan ikiliğinin yok olduğu aşamadır bu. Enelhak yani “Ben Tan­rıyım” diyen sufi bu birleşme derecesini anlatmak istemiştir. Katolikler bu hale “Tanrısal evlenme” diyorlar. Yunus bu yücelik derecesini şiirinde şöyle anlatır:

Aslında âşık u maşûk u aşk bir
Bu birden gerçi ki yüz bin göründü

İslam’da tasavvufun ortaya çıkmasında ve tutunmasında eski Yunan felsefesinin, özellikle Eflatun’un akılcı metafizik anlayışının, Hıristiyan keşişliğinin, Hint mistikliğinin etkileri olmuştur.

Anadolu’da Ahilik, Abdallık, Babailik, Hurufilik, Mevlevilik, Bektaşilik gibi birçok tarikatlar kurulmuş, Mevlana, Sultan Veled, Yunus Emre, Eşrefoğlu Rumi, Ümmi Sinan, Hacı Bayram-ı Veli, Kaygusuz Abdal, Halveti, Şeyh İbn Çelebi, Niyazi-i Mısri, Kuddüsi, Şem’i, Hacı Bektaş-ı Veli, Mehmet Ali Baba, Hilmi Dede gibi sofular ve Bektaşi şairler ye­tişmiştir.