Öne Çıkanlar

Ali Ekrem Bolayır

Hayatı

Ali Ekrem, Tanzimat döneminin ünlü şairi Namık Kemal’in oğludur. 2 Ağustos 1867’de doğdu. İlköğrenimini Hubyar’daki Mahalle Mektebi’nde yaptı. 9 yaşınday­ken bir yıl Fatih Askerî Rüştiyesi’ne devam etti. Namık Kemal, 1877’de Midilli’ye gönderilince, Ali Ekrem de ailesiyle birlikte oraya gitti. Midilli’de özel hocalardan Fransızca dersleri aldı. Bir süre sonra İstanbul’a döndü. Sami Efendi adlı bir hoca­dan Arapça dersleri aldı. 16 yaşındayken babası Namık Kemal’le Rodos’a gitti. Bu­rada da Abdullah Efendi’den Arapça, Naip Sıdkı Efendi’den din dersleri aldı. Bir süre Rodos’taki İdâdî Mektebi’nde dil dersleri verdi. Namık Kemal’in Sakız’a atan­ması üzerine, Ali Ekrem de Sakız’a gitti. Orada Sait Efendi’den Arap ve Fars edebi­yatı ve hadis dersleri aldı. 1888’de İstanbul’a döndü. Babası Namık Kemal, 1888’de Sakız’da vefat ettiği gün, Mabeyn-i Humâyun Kâtipliğine atandı. 18 yıl burada ça­lıştı. Zeynep Cemile Hanım’la evlendi (1894). Bu evlilikten Mehmet Kemal Cezmi adında bir oğlu ve Ayşe Masume, Hatice Selma, Fatma Beraat adlı üç kızı oldu. Şa­ir, 18 yıl Mabeyn-i Hümâyûn Kâtipliğinde çalıştıktan sonra, 1906da Kudüs Muta­sarrıflığına, 1908’de Beyrut Valiliğine atandı. Ancak Beyrut Valiliğinden birkaç gün içinde istifa edince, Cezayir-i Bahr-i Sefîd Valiliğine gönderildi (1908). 1910’da Dârülfünûn “Tarih-i Edebiyat” muallimliğine getirildi. Ağustos 1912’de yeniden Cezayir-i Bahr-i Sefîd Valiliğine atandı. Balkan Savaşı’nın çıkması üzerine İstan­bul’a döndü. Eylül 1913’te edebiyat nazariyeleri dersini vermek üzere Dârülfünûnda görevlendirildi. 19l4’te İnâs Darülfünûn’unda edebiyat dersleri vermeye başladı. 1917de oğlu Cezmi’nin intiharı üzerine rahatsızlanıp bir süre tedavi gör­dü. 1919’da Tetkikât-ı Lisâniyye Heyeti’ne başkan seçildi. Üç buçuk yıl Galatasa­ray Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. 1923-1933 yılları arasında Dârülfünûnda “Şerh-i Mütûn” (Metinler Şerhi) derslerini verdi. 1933’te Telif ve Tercüme Heyeti’ne seçil­di. Maltepe Askerî Lisesi’nde 2 yıl edebiyat öğretmenliği yaptı. 27 Ağustos 1937’de vefat etti.

Sanatı ve Şiirleri

Servet-i Fünûn’dan Önce (1891-1896)

Ali Ekrem Bolayır, Namık Kemal’in oğlu olması nedeniyle, daha çocuk yaşlarda edebiyatla yakından ilgilenir. İlk şiir denemelerini dokuz yaşında kaleme alır. Şairin ilk yazısı “Dağ” başlıklı bir mensuredir ve Resimli Gazete’de 1891’de yayımlanmış­tır. “Kumru” adlı ilk şiiri ise, 9 Mayıs 1307/1891 tarihli Mirsad dergisinde çıkmıştır. Bu şiirin ardından yine Mirsad da “Bir Validenin Güneş Doğarken Söylenişi” ve “Dağlara” redifli şiirleri yayımlanır. “Var”, “Yâd-ı Cânân”, “Nigâh-ı Cânân”, “Güzel­sin”, “Eyliyor”, “Senin”, “Yâdigâr-ı Muhabbet” gibi şiirleri de bu dönemin ürünleri­dir. Ali Ekrem, 1891’de Divan şiirini iyi bilen, ancak yeniliğe de açık olan İsmail Safa’nın etkisi altındadır. Bu şiirlerde Divan şiirine özgü bir söyleyiş dikkati çeker.

Şair, Mirsad’dan sonra 1894’ten itibaren Malûmât dergisine geçer. Bu dergide­ki şiirleri, daha yeni bir tarzdadır. Ancak Malûmât 24 sayı sonra kapanınca 1896 yılında Servet-i Fünûn dergisinde yazmaya başlar.

Edebiyat-ı Cedide Evresi

Ali Ekrem, Servet-i Fünûn dergisinde Ayn Nadir (A. Nadir) takma adını kullanmış­tır. Bu dergide yayımladığı başlıca şiirler, “Nüvide Unvanlı Bir Hikâyeden”, “Serçe”, “Vedâ”, “Şükûfe-i Yâr”, “Gül On Para”, “Kanaryacığım” başlıklarını taşır. O, bunla­rın dışında Servet-i Fünûn’da “Elvâh-ı Tabîattan”, “Yeni Beyler” ve “Küçük Şeyler” başlığı altında dizi şiirler yayımlamıştır. Şair bu şiirlerden “Elvâh-ı Tabiattan” ve “Küçük Şeyler” dizisini daha sonra Zılâl-i İlhâm adlı şiir kitabına almıştır. Yine Ser­vet-i Fünûn’da çıkan “Asker Şarkısı” ve “Vasiyet” başlıklı şiirler ise 1897 yılında patlak veren Osmanlı-Yunan Savaşı üzerine yazılmış, millî duyguları dile getiren manzumelerdendir.

Ali Ekrem’in Edebiyat-ı Cedide evresi, 1896-1900 yılları arasını kapsar. Ancak şair, derginin 26 Teşrîn-i sânî 1316/1900 tarihli 508. sayısında basılan “Şiirimiz” baş­lıklı yazısı nedeniyle Tevfik Fikret’le anlaşmazlığa düşünce, Servet-i Fünûn’dan ay­rılıp Musavver Malûmât’a geçer.

Bu bilgiler, Ali Ekrem’in şiire 1891’de başladığını, ardından 1896’da Servet-i Fü­nûn dergisine geçtiğini, ilk şiirlerinden itibaren yenilik yanlılarının yanında yer al­dığını göstermektedir. Şair, bu dönemde, esas itibariyle dil, tema ve şekilce Edebi- yat-ı Cedîde’nin tarzına uygun manzumeler kaleme almış, şiirlerinde genellikle ta­biat, aşk ve ölüm gibi bireysel temaları işlemiştir.

Şairin Servet-i Fünûn dergisinde yayımladığı ve 22 şiirden oluşan “Elvâh-ı Tabi­attan” başlıklı dizisi, tabiatı ele alır. Ali Ekrem, bu şiirlerin büyük bir bölümünde tıpkı Cenap gibi geceyi, ayı ve yıldızları tasvir eder. “Şeb-i Siyâh”, “Tulû-ı Zühre”, “Leyl-i Mükevkeb”, “Çehre-i Kamer” bu tür şiirlerdendir. Söz konusu şiirlerin ço­ğunda gece manzaralarına hüzün duygusu eşlik eder.

Ali Ekrem, gece manzaraları yanında, bazı şiirlerinde de bahar mevsimini tasvir eder. “Bahar” ve “Nağme-i Bahar” bu tür şiirlerdendir. Şair, bunların dışında, “Dağ­lara”, “Ayaso Dağı”, “Kûhsâr” gibi bazı şiirlerinde de dağları konu edinir.

Sonuç olarak Ali Ekrem’in tabiat temini işlediği şiirlerde, gece, ay, yıldızlar, dağ, deniz ve çiçek gibi unsurlar öne çıkar. Bu şiirlerde tabiat, gerçekçi bir bi­çimde tasvir edilmez. Şair, diğer Edebiyat-ı Cedide şairleri gibi, tabiatla kendi duyguları arasında bir münasebet kurar ve tabiat onun için genelde sığınılacak güzel bir âlemdir.

Ali Ekrem’in şiirlerinde işlediği bir başka tema da aşktır. Zılâl-i İlhâm adlı kita­bına aldığı aşk şiirlerinin çoğu 1890-1897 arasında yayımlanmıştır. “Var”, “Yâd-ı Cânân”, “Nigâh-ı Cânân”, “Güzelsin”, “Eyliyor”, “Senin”, “Gülüyor” gibi şiirler bu temayı ele alırlar. Aşk şiirlerinde daha çok İsmail Safa’nın ve Divan şiirinin etkisi altındadır. O nedenle, sevgili genelde âşığa cevr ü cefâ eden, güzelliğiyle kimi kez aya, güneşe ya da yıldızlara benzetilen Divan şiirine özgü bir güzeldir.

Ali Ekrem’in şiirlerinde işlediği bir başka tema da ölümdür. “Kabristan”, “Kitâbe-i Seng-i Mezâr”, “Tabut”, bu tür şiirlerdendir. Şair bunların bir kısmında ölen bir kişinin ardından duyulan üzüntüyü dile getirir. Ancak özellikle “Kabristan” ve “Ta­but”, ölümün insanda uyandırdığı duygu ve düşünceleri daha derinlemesine tasvir etmesiyle dikkati çeker. Bununla beraber Ali Ekrem’in ölüm temalı şiirlerinde, Hâmit’teki felsefî derinlik ve ıstırap yoktur.

Şairin, bu dönemdeki bazı şiirlerinde, diğer Edebiyat-ı Cedîde şairleri gibi top­lumdaki zavallı, kimsesiz, yoksul kimselere merhamet duygusunu dile getirdiği de göze çarpar. “Fırın Önünde”, “Kayıkçı”, “Hamal”, “Küfeci Çocuk”, bu tarz “merha­met şiirleri”ndendir.

Ali Ekrem, bunlar dışında, Servet-i Fünûn, Malûmât ve İrtikâ dergilerinde ya­yımladığı “Yeni Beyler” adlı bir dizi şiirinde Tanzimat sonrasında ortaya çıkan, Ba­tı hayranı, mirasyedi alafranga tipleri eleştirir.

Şairin bu dönemde yayımladığı şiirlerinin çoğu, Zılâl-i İlhâm (1909) adlı kita­bında yer almaktadır.

İkinci Meşrûtiyet (1908) Sonrası

İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, toplumdaki özgürlük havası, bir süre edebiya­ta da yansımış, vatan, millet, özgürlük ve istibdât yönetiminin zulümleri gibi konu­lar eserlerde sıkça işlenir olmuştur. Ali Ekrem de dönemin bu havasına uyarak, 1908’den sonra Edebiyat-ı Cedîde’nin bireysel edebiyat anlayışını terk etmiş, top­lumsal ve siyasal sorunlara ve millî duygulara ağırlık veren eserler kaleme almıştır. Sırasıyla Kırmızı Fesler (1908), Kaside-i Askeriye (1908), Rûh-ı Kemâl (1908), Or­dunun Defteri (1918), Ana Vatan (1921), şairin 1908 sonrasında basılan, toplum­sal düşünceleri ve millî duyguları işleyen eserleridir.

Şair, bu dönemde, şiirlerini daha sade bir dille yazmış ve yer yer heceyi kullan­mıştır. Bu bakımdan, Ali Ekrem 1908 sonrasında Edebiyat-ı Cedîde’nin şiir anlayı­şından da giderek uzaklaşmıştır.

Cumhuriyet Sonrası

Ali Ekrem Bolayır, eser vermeyi Cumhuriyet’ten sonra da sürdürmüş bir şairdir. Şi­ir Demeti (1924) ve Vicdan Alevleri (1925) bu dönemde basılmıştır. Bunlardan Şi­ir Demeti çocuklar için yazılmış öğretici şiirleri içerir. Ali Ekrem’in Vicdan Alevleri adlı kitabı ise, tıpkı Ordunun Defteri ve Ana Vatan’daki gibi, orduyu öven, millî duyguları işleyen şiirlerden oluşmaktadır.