Öne Çıkanlar

İnsanoğlunun duygu ve düşüncelerini diğer insanlarla paylaşabilmek ayrı bir sorumluluk ve mutluluktur. Her şeyden önce hayatı sahiplenmektir, insanların dertleriyle dertlenmek, sevinçleriyle sevinmektir. Kısacası yazmak hayatı paylaşmaktır.

İletişim, sanat ve edebiyat için bir araç olan yazının, duygusal ifade yoluyla stres düzeyini düşürdüğü biliniyor. Kendilerini yazarak ifade eden insanlar, hastalıklarını daha az problem ediyor ve daha çabuk iyileşiyor. Astım, artrit, AIDS, kanser gibi hastalıklardan muzdarip olanlar günün 15-20 dakikasını yazmaya ayırdıklarında büyük gelişmeler kaydediyor. Düşüncelerini daha iyi organize edebiliyor ve geçmişin etkilerinden daha kolay kurtuluyorlar. Yapılan bir araştırma sonucunda, derinden etkili ve üzücü bir olay hakkında yazmanın, deneysel katılımcılara duygularını daha mantıklı düşünmelerini sağladığı ve bunun da bahsi geçen olayları çevreleyen stresi azalttığı belirlenmiştir.

Dünya literatüründe “Neden yazıyoruz?” sorusuna verilmiş belki de en etkili yanıtlardan biri, Fransız yazar Sartre’dan gelmiştir. Özyaşam öyküsünü anlattığı “okumak” ve “yazmak” başlıklı iki bölüm içeren “Sözcükler” adlı kitabında Sartre, okumayı ve yazmayı bir “ihtiyaç” olarak görüyordu. Başyapıtı kabul edilen “Bulantı”nın kapanış cümlelerinde açıkça belirtildiği gibi, Sartre’a göre genelde tüm yaratıcı eylemler ve dolayısıyla bunlardan biri olan edebiyat bir varoluş biçimiydi.

İkinci örnek Sait Faik‘ten. Sait Faik, yazma ihtiyacını şu sözlerle anlatıyor: “Söz vermiştim kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”

Edebiyat efsanesi Eric Arthur Blair, daha bilindik adıyla George Orwell, Hayvan Çiftliği ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört gibi kült klasiklerin yazarı olarak hatırlanıyor, fakat o aynı zamanda usta bir deneme yazarı. En iyi kısa yazılarından biri 1946 tarihli denemesi “Neden Yazıyorum”. Orwell bu denemesine çok da huzurlu geçmemiş çocukluğundan birtakım detaylar vererek başlıyor -babasızlık, okulda maruz kaldığı alay, zorbalık ve yoğun bir yalnızlık hissi- ve tüm bunları onu yazmaya nasıl ittiği takip ediyor. Bu tarz erken dönem mikro-travmaların yazarlık yönelimi için elzem olduğunu ileri sürüyor.

Ray Bradbury: “Yazmak ciddi bir iş değildir. Bir keyiftir o, bir kutlamadır. Yazarken eğleniyor olmalısınız. ‘Eyvah, şimdi hangi kelime? Aman Tanrım…’ diye kasılan yazarlara kulak asmayın. Cehennemin dibine kadar yolları var. Bu bir iş değil. Eğer iş olarak görüyorsanız, derhal bırakıp başka bir şey yapın.”

Umberto Eco ise niçin yazdığıyla ilgili olarak: “Hayatta kalmak için hikâyeler anlatmak gerek.” demiştir.