Edebiyat ve Gerçeklik

Yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz nitelikteki olayları oldukları gibi değil kendi iç dünyalarında kurguladıktan sonra dışa yansıtırlar. Yaratılan kahramanlar çevremizdeki kişilere benzer. Yazarlar çok iyi tanıdıkları bir kaç kişinin özelliklerini bir kişi üzerinde toplayabilir. Olayları ve kişileri iyice kurguladıktan sonra eserini yazar.

Edebi metinler, yazıldığı dönemin özelliklerinden ve o dönemdeki her türlü gerçeklikten belirli ölçüler içerisinde yararlanırlar.

Edebi eserlerde gerçeklik, kaynağını diğer bilim ve bilgi alanlarının ortaya koyduğu sonuçlardan alabilir.

Yine günlük yaşamımızda karşılaşabileceğimiz her türlü konu edebi esere kaynaklık edebilir.

Edebî metnin konusu, doğa ile ilişki hâlinde olan, duyan, düşünen, tasarlayan ve yaşayan insandır.

Edebiyat eserindeki içeriğin gerçeklikle bağı vardır. Eseri oluşturan yazar ya da şair belli bir toplumsal gerçeklik içinde yaşamaktadır ve eserinde gerçekliği şöyle ya da böyle yansıtır.

Edebiyat eseri, yazıldıktan sonra da toplumsal gerçeklik içinde yer alır. Sonuçta o eseri okuyanlar belli bir toplumsal gerçeklik içinde bulunduğuna göre eserin gerçeklikle bağı başka bir biçimde sürmektedir. Kısacası yazmak da gerçeklikle ilişki kurmanın bir yoludur.

Yazar içinde yaşadığı gerçekten yola çıkarak eserini oluşturur. Ancak yaşanan doğal gerçeklik olduğu gibi değil, edebiyatın kuralları içinde esere yansır. Yani sanatçı doğal gerçekliği konu olarak ele alıp yeni bir gerçeklik içinde tekrar şekillendirir, kurgular; buna edebi gerçeklik denir.

Sanat; nesnel, gerçek dünyanın öznel tasarımıdır. Bu durumda gerçeklikten yararlanmaları yönüyle, bilimle sanatın ayrı olmadığını, yalnızca yöntemlerinin farklı olduğunu söyleyebiliriz.

Edebiyat insana özgü özellikleri, kurmacanın dünyasında dile getirir. Edebi metnin konusu; doğa ile ilişki halindeki en geniş anlamıyla duyan, düşünen, tasarlayan, yaşayan insandır. Dolayısıyla edebi metinlerde insanla ilgili her konu işlenebilir.

Bilim de sanat da aynı gerçeklikle uğraşır. Sanat, gerçekliği insana özgü özelliklerden hareketle değiştirerek yeniden oluşturur, bilim ise açıklar. Edebi metin yazılırken dönemin özelliklerinden ve o dönemdeki her türlü gerçeklikten yararlanılır. Ancak bu yararlanma, bilimin gerçeklikten yararlanmasından farklıdır.

Sanat gerçekliği değiştirip, dönüştürüp, yorumlayıp, yeniden yaratır. Edebi metinlerde; dönemin ilmi, felsefi, teknik ve sosyal alandaki verileri, siyasi tartışmaları kurmacanın olanaklarıyla işlenir.

Gazete haberi, tıbbi makale, sözleşme gibi metinler gerçekliği doğrudan doğruya ifade eder. Roman, öykü, şiir gibi türler ise doğal gerçekliği edebi öğelerle birleştirerek “kurmaca gerçeklik” haline getirir. Sanat eserleri de edebiyat eserleri gibi kurmacadır.

Bir edebî eserin temel özelliklerinden biri de sanatçının, eserinde meydana getirdiği dünyadır. Edebî eserde dış dünya, insan ve insana özgü özellikler kurmaca yoluyla dile getirilir. Bununla birlikte edebî eserlerde oluşturulan bu dünya tamamen hayalî değildir. Yani dış dünya dediğimiz gerçek dünya ile bağlantılıdır. Fakat gerçeğin tıpatıp aynısı da değildir.

Gerçeğin olduğu gibi yansıtılmaya çalışıldığı metinler, bilimsel metinlerdir. Nasıl ki bir ressamın yaptığı tablodaki görüntü ile o görüntünün gerçeği arasında “ressam farkı” varsa, edebî eserlerde de “yazar farkı” vardır. Sanatçı, görüp duyduklarından etkilenir, onları yeniden biçimlendirir ve hayalinde yorumlar. Bu yorumlamada şair ya da yazarın hayata bakışı aldığı eğitim, yaşadığı dönem, içinde yaşadığı çevre etkili olur. Ayrıca bilim ve bilgi alanlarının ortaya koyduğu sonuçlar, edebiyatın gerçekliğine kaynaklık eder.

Edebî metinlerin özelliklerinden biri de dikkatlere sunulan olayın hayalî olmasıdır. Destan, masal, mesnevî, hikâye ve roman gibi edebî eserleri, tarih, biyografi, seyahat yazısı, hatıra ve benzeri eserlerden ayıran hususiyet de burada aranmalıdır.

Kısacası edebi metinde olay, tarihî ve yaşanmış olandan farklıdır. Hiçbir romanın tarihî ve yaşanmış olayı olduğu gibi dikkatlere sunduğu iddia edilemez. Gerçek dediğimiz şey, değişikliğe uğrayarak edebî eserin dünyasına girer. Bundan dolayıdır ki hayatın gerçeği ile sanatın gerçeği birbirinden farklıdır. En gerçekçi olduğu iddia edilen edebî eserler dahi yaşanmış olanı değil, gerçeğe uygun olanı dikkatlere sunar. Kurtuluş Savaşı, tarihî bir hadisedir. Tarihçiler bu hadiseyi anlatırlar, romancılar da eserlerine konu alırlar. Tarihçinin çalışması bir fotoğrafa; romancının çalışması ise resme benzer.

İçinde bulunduğumuz, yaşadığımız âlemin dışında edebî metinde yer alan âleme haricî âlem (kurmaca dünya) denir. Bu âlem, insanın hayalinde oluşur ve anlatma vasıtasıyla dışa aksettirilir. Özetle, edebiyat, gerçek hayatın yorumlanmasıdır.

Edebiyat ve Gerçeklik (Gönderen: Ahmet TOK)

Edebiyat;  duygu düşünce, hayal ve gözlemlerin dilin imkanları içinde sözlü veya yazılı olarak kurgulandığı    güzel bir sanat dalıdır.  Edebiyat beğenilerimize hitap eder. Edebi eser  benzerleri içinde özgün olmalıdır.  Edebi eserin kalıcılığı ona gönül verenlerin onu yaşatmasıyla mümkündür.

Edebiyatı   tanımlarken onun  hayal ve gözlemlerimizin de bir sonucu olabileceğinden  bahsetmiştik.  Bir  edebi eser  hayallere  dayandırılarak oluşturulmuşsa   o  eser için  “fantastik  eser“  ifadesini kullanırız.  Masalların,  fablların,  Harry  Potter ve Yüzüklerin Efendisi  gibi eserlerin gerçekliğinden bahsedemeyiz;  çünkü bu tür eserler  hayal ürünüdürler.

Başka bir edebi eser de gözlemlerden  veya  bilimsel  araştırmalardan yararlanılarak oluşturulmuşsa o eser için  gerçekçi bir eser tanımlaması yaparız. Bu gerçeklik  tarihi , sosyal,  siyasi veya doğal bir gerçekliğe dayanabilir.

Tarihi bir gerçekliğe dayandırılarak kurgulanan  romanları  ele alalım:  Kemal Tahir’in Devlet  Anası’na bakarak  “Osmanlı Devleti böyle kurulmuştur.”  deyip tarihi bilgilerimizi şekillendirirsek büyük hataya düşeriz. Devlet   Ana’nın  ardından Tarık Buğra’nın yazdığı ve yine Osmanlı Devletinin kuruluşunu anlatan Osmancık romanını okuduğumuzda  “ Osmanlı devleti yoksa böyle mi kurulmuştu?” çelişkisine düşeriz. Devlet Ana ve Osmancık romanları  tarihi bir belge değildir. Bu eserler için  tarihsel gerçekliğe dayandırılarak oluşturulmuş birer  edebi  gerçeklik ifadesini kullanabiliriz. Her iki yazar,  kendi  zihniyetlerinin süzgecinden geçirdiği tarihi,  sanatçı kişilikleriyle  kurgulayıp edebi bir gerçeklik ortaya çıkarmışlardır. Edebi eserler bu nedenle özneldir ve bu eserlerde ağırlıklı olarak sanatsal dil işlevi kullanılmıştır.

Gerçek tarihi,  tarih alanında faaliyet gösteren bilim adamlarının yazdığı öğretici metinlerden öğrenebiliriz. Çünkü bu eserler  nesneldir ve  belgelere dayalıdır.  Öğretici metinlerde ağırlıklı olarak göndergesel dil işlevine yer verilmiştir.

Bir dersimde öğrencilerimden beni anlatan bir kompozisyon  yazmalarını ;  bunu yaparken de başkalarının  hoşuna gitsin  diye  biraz allayıp pullamalarını    istedim. Bir süre sonra yazılanlardan bazıları okundu. Hepsi de birbirinden farklıydı. Oysa anlatılan kişi  sadece bendim ve doğal bir gerçekliktim. Öğrencilerimin yazdıkları  ise doğal gerçeklikten yola çıkılarak kurgulanmış birer  edebi gerçeklikti. Öğrencilerimin ifadelerindeki bireysel  farklılıklar da   onların üsluplarıydı.


30 Yorum Var: “Edebiyat ve Gerçeklik

  1. Yazılarınız çok güzel teşekkür ediyoruz ama aması da var cümlelerinizde çok “yaratmak” kelimesini kullanıyorsunuz. Unutmayın ki yaratmak ALLAH’A mahsustur onun yerine oluşturmak diyebilirsiniz.

    1. Yazılı soruları bölümünde bulabilirsiniz.

  2. Biraz daha güzel anlatılabilirdi, çok karışık olmuş. Ben sadece edebiyat ve gerçeklik arasındaki farkları aradım.

  3. Edebi eseri tekrar tekrar anlatmışsınız, edebi eserlerin gerçekliğini bir türlü bulamadım ama yine de ellerinize sağlık. :)

  4. Gayet güzel ama bence gereğinden uzun olmuş. Daha kısa ve öz olabilirdi. Yinede ellerinize sağlık.

  5. Kısaltırsanız daha iyi olur, bazı yerler gereksiz ve biz tanım cümlelerini görmekte sıkıntı çekiyoruz o kadar ama sınava buradan çalışıyorum fena değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir