Ahmet Hamdi Tanpınar Hakkında Bir Yazı Çalışması: Rüya Zamanı

Ahmet Hamdi Tanpınar’ı ele alan her dersimde, “Destursuz Bağa Girenler”den (1) biri olarak onun dilime doladığım şu meşhur mısraları, öğrencilerimin de dillerine pelesenk oluyor:

“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.”

Şairi hâl dilince anlayıp “Araf’tayız hocam!” diyerek takılan öğrencilerime, “Bu gidişle Abdullah Efendi’nin Rüyalar”nı (2) gölgede bırakacaksınız. Haydi, sizi “Huzur”a (3)  davet ediyorum.” diyerek; huzuru arayan insanların nasıl bir bunalımla karşı karşıya kaldıklarını, insanlığın yenemediği sorunların güncelliğini hala nasıl koruduğunu anlamalarını istiyorum.

Öğrencilerimden geleceğe dair hayaller kurmalarını isterken, saatlerini de kurmalarını ve ayarlarıyla oynamamalarını hatırlatıyorum. (4) Tik tak seslerinin mahur besteye dönüştüğü iklimin metaforunda onları bir yolculuğa çıkarmak istiyorum ve  bir mahur şarkıyı yavaş yavaş mırıldanıyorum:

“Şarkımı senin için yazdığımı bilseydin.
Kuruyan dudağıma bir damla su verseydin.” (5)
Sonra  mahur bir türküye geçiyorum:
Beyoğlu’nda gezersin,
Gözlerini süzersin…” (6)

Bu ezgiler bazı öğrencilerime tanıdık geliyor ve bana eşlik ediyorlar. Bu kadar yeterli, diyorum. Çok güzeldi, devam edelim hocam, diyorlar. Amacıma ulaşmıştım. İşte böyle bir makamdan adını alan bir romandan bahsediyorum. (7) Bazıları muhabbete yabancı kalmıştı. “Sahnenin Dışındakiler”i (8) de meseleye dahil etmek lazımdı. Fırsatını yakalamışken onları bu zaman yolculuğunda biraz daha tutmalıydım. Bu yolculuğa tuz tadında bir tutam hayal ve şeker tadında bir tutam rüya katmak güzel olurdu.

Gramofonun her şeyi hapsetmiş bir hortumu andıran hoparlöründen  yayılan müziğin girdabına kapılmış gidiyoruz. Yavaş yavaş aydınlanan ve gittikçe genişleyen bir dehlizin ucunda gördüğümüz ışığa koşuyoruz. Bu koşu sırasında yanımızdan akıp giden hayaller arasında bir şehrin siluetini veya ak sakallı bir dervişin uzattığı ölümsüzlüğün sırrının bulunduğu  kaseyi görüyoruz. Bazen  rengini ve biçimini tarif etmekte zorlandığımız çeşitli karaltıları, bazen de eski aynı zamanda değerli bir şamdana iliştirilmiş kokulu fakat isli bir mumun ışığında, elinde kalem kağıt, mektup yazmaya çalışan bir genç kızı görür gibi oluyoruz. (9)

Işık saçan sihirli sayfaların arasından bakan şairler, yazarlar gelip geçiyor. Bu sayfalar bazen birleşip tek vücut oluyor; bazen de müziğin ritmine kapılıp dans ediyorlar, şarkı söyleyip eğleniyorlar. (10) Şu yanımızdan akıp giden zamanın helezonu andıran kıvrımlarında  gittikçe geriye düşen  objeler yenileriyle ne çabuk  yer değiştiriyordu.

Dünya ne kadar büyükse biz o kadar  küçüktük.  Bir gün biz de rüya aleminde zamanı gözleyen bir çift gözün objektifinde  şu akışa kapılıp giden birer obje olacaktık. Fırsat varken ve daha hiçbir şeyi kaçırmamışken bizlere sunulan imkanları değerlendirmek gerekirdi. Aydınlığa giden yolda sağlam ve emin adımlarla ilerleyip rüyalarımızı gerçekleştirmeliydik. Küçük bir obje olarak terk edeceğimiz şu koca dünyadan büyük bir iz bırakarak ayrılabilirdik.

Gramofonda çalan mahur beste bizi yeni bir yolculuğa çıkarıyor ve billur bir avizeyi andıran Bursa,

“Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor … derinden.”(11)

İnsan bu gülüşün çekiciliğine nasıl karşı durabilir ki? Boyun eğiyor ve kendimizi mistik bir sahnenin ortasında buluyoruz. Bu sahne hemen Ulu Cami’nin yanı başında kurulmuş. Sahnenin gerisinde duran ve belli aralıklarla yanıp sönen bir ışık var. Işık yandıkça sahne aydınlanıyor ve Anadoluyu süsleyen şehirler bütün endamıyla  resmi geçit yapıyor. “Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul ve Ankara.” (12)Arkasından Antalya çıkıyor sahneye. Akdeniz’in  mavi saçlarından süzülüp  gelen köpüklü dalgalar kumsallarla buluşuyor, mağaraların içinde  dolaşarak çılgın kahkahalar atıyorlar. Sahneyi en son ev sahibi olan Bursa alıyor. Arka plandan gelen bir şiir eşliğinde usta bir sanatkarın elinde şekillenmiş devasa  bir yeşil zümrüt gözleri kamaştırıyor. Zümrüdün tıraşlanmış ve parlatılmış her yüzeyinde Bursa’nın bir başka güzelliği görünüyor.

“Nakleder yâdını gelen geçene,
Bu hayâle uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtılarından
Billûr bir âvize Bursa’da zaman.” (13) 

Yeşil Türbe sahnede yerini alır almaz hemen  Tanpınar’ın duyduğu çinilere sinmiş Kur’an seslerine kulak veriyoruz. İnsan neyi duymak isterse onu duyar, neyi görmek isterse onu görür ya; çinilere sinen Kur’an sesi davete icabet ediyor,  kulaklarımızdan süzülüp ruhumuza doluyor. Ayarladığımız saatler kendisini daha göstermeden gürültücü bir zilin sesi bizi bu rüyadan uyandırıyor. Artık ne Bursa Tanpınar’ın anlattığı Bursa’dır; ne Erzurum ne Konya ne Ankara ne de İstanbul!..

Eski mistik havasını yitiren kentlerin gittikçe yükselen duvarları ufkumuzu daraltıyor. Daralan ufuklarla birlikte içimiz de daralıyor. Kulelerin arasından göğün maviliğini arıyoruz:

“Başımızın üstünde bir bulutun 
Güneşe asılmış gölgesi, 
Uzakta toz halinde dağılan 
Yoğurtçu sesi, 
Gün bitmeden başladı içimizde 
Yarınsız insanların gecesi.” (14)

Tanpınar’ın Doğu ile Batı, hayal ile gerçek ve geçmişle gelecek arasında kurguladığı eserleri, bize yavaş yavaş aydınlanan yeni bir anlayışın kapısını aralıyor. O,  modern yaşamın sarstığı, peşinden sürükleyip köklerinden ayırdığı insanı tekrar merkeze alıyor. Merkezinde insanın olmadığı bir dünyanın sorgulanmasını istiyor. Artık anladık ki sahnenin dışında değil içinde olmak lazımdır.  Tanpınar’ı  her anladığımızda  onun yükünü biraz daha  hafifletmiş oluyoruz. Çünkü o Doğu ile Batı arasında köprü vazifesi gören şahsiyetlerin en önemlilerinden biridir ve taşıdığı yük oldukça büyüktür.  Bizlere de bu yükü paylaşmak yakışır.

Ahmet TOK
Fenerbahçe Anadolu Lisesi Öğretmeni

1. Destursuz Bağa Girenler, Orhan Şaik GÖKYAY’ın eleştiri eseri.
2. Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın hikayeleri.
3. Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanı.
4. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın romanı.
5. Güftesi Ülkü AKER, bestesi İrfan ÖZBAKIR olan mahur bir şarkı.
6. Neyzen Rıza EFENDİ’nin bestelediği sözleri anonim mahur bir İstanbul türküsü.
7. Mahur Beste, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın romanı.
8. Sahnenin Dışındakiler, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın romanı.
9. Antalyalı Genç Bir Kıza Mektup, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın cevabi mektubu.
10. Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Ahmet Hamdi TANPINAR.
11-13. Bursa’da Zaman, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın  şiiri
12. Beş Sehir, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın denemesi.
14. Başımızın Üstünde Bir Bulut, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın şiiri.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir